Tunç Yalman yıllar önce ” Othello” için şunları söylemişti : ” …evrensel ve toplumsal bir düzen içinde…
Tunç Yalman yıllar önce ” Othello” için şunları söylemişti :
” …evrensel ve toplumsal bir düzen içinde yaşadıklarına inanan, iyi niyetli, temiz yürekli, gönlü yüce kişilerin ( Othello, Desdemona, Cassio ve diğerleri ), bu düzeni ne pahasına olursa olsun bozmak isteyen, bozmaktan zevk alan bir kişinin ( Iago ) oyununa gelmelerine dair.Eskiler Iago’nun simgelediği güce ‘şeytan’ demişler.’Şeytanlık etmek’, ‘ şeytana taş çıkartmak’ , gibi deyimler de buradan gelme değil mi ? Iago iyilik, aşk, dürüstlük, namus, şeref, doğruluk gibi duyguları hiçe saymakla kalmıyor, bunlardan rahatsız oluyor.Çevresine ve çevresindekilere karşı içini dolduran nefret, Darwin’den gidersek belki dölünden geliyor; Freud’dan gidersek belki çocukluğundaki bilinçaltı olaylara ya da cinsel problemlere dayanıyor; politik açıdan gidersek kökeni ne olursa olsun belki de aşırı bir toplumsal huzursuzluğu yansıtıyor.Iago öldürmekle kalmıyor, başkalarını da etkileyip öldürmeye iteliyor.Iago içimizde, aramızda, çevremizde.Her zaman var olmuş ve oyununa gelindikçe de var olacak…”
Moda Sahnesi’nin yapımcılığını Kemal Aydoğan’ın rejisörlüğünü üstlendiği “Othello” yu izlerken, Ahmed Saka’nın başarılı Iago yorumu ardından tanığım, altmış dört yıllık hayatımın pek çok evresinde karşıma çıkmış Iago’ları düşündüm ister istemez.
Tunç Yalman ne güzel söylemiş :
” Mert ve yiğit Othello, saf Roderigo, temiz yürekli Cassio, masum Desdemona, doğruluğa inanan Emilia nasıl, niçin düşüyorlar Iago’nun ağına ?Gözlerini bağlayan ne ? Iago’ların ellerinde mutluluklarını, hatta hayatlarını yitirmeleri önlenemez miydi ? Amaçları ne olursa olsun, son söz hep can yakan, cana kıyan Iago’ların mı olacak ? “
Kemal Aydoğan farklı bir Iago yorumuna imza atmış.Sevimli, zaman zaman özsavunma veren bir Iago.
Raşit Rıza, Talat Artamel, Haluk Kurtoğlu, Yalın Tolga, Barış Yıldız ve daha pek çok aktörden Iago rolünü emanet alan Ahmed Saka ile oyun sonrası kısa bir röportaj yaptık.
– Kemal Aydoğan ve Moda Sahnesi desem önce….
– Moda Sahnesi oyuncu olarak hep bir parçası olmak istediğim, hayalini kurduğum tiyatroların başında geliyordu uzun zamandır.Çıkarttığı işlerle, özenli çalışmalarıyla ve duruşlarıyla…Moda Sahnesi ayrıca mimarisi açısından da, bir oyuncu olarak, hep çekici gelmişti bana. 2020 Şubat’ında Candaş Çetinkaya ile kurduğumuz ‘Seksendokuz’ ekibinin ikinci oyunu olan “Bulaşıkçılar” ile bu sahnede ilk kez oynama fırsatı yakalamış ve Mart ayı için de ikinci bir oyun daha oynamak için sözleşmiştik ki, pandemiyle karşılaştık, o sahnenin tadı damağımda kalmıştı, diyebilirim.
Kemal Aydoğan’ı çok iyi bir yönetmen olarak bilirdim, ama süreçte gördüm ki, bunun yanısıra kendisi gerçek anlamda bir okulmuş. Kendimi çok şanslı hissediyorum bu açıdan. Hayatımın dönüm noktalarından birisinin onunla çalışmak olduğuna inanıyorum.
– Pandemi sonrası tam da tiyatrodan vazgeçmişken Iago rolü geliyor… bu süreçten bahseder misin ?
– Pandemi herkes için farklı farklı yüzleşmelerle geçen bir zaman dilimi oldu gözlemlediğim kadarıyla. En çok canı yanan kitleler de müzisyenler ve biz tiyatro emekçileri olduk sanırım. Bilhassa yaşım ilerledikçe yerimde sayıyormuşum hissiyatına çok sık kapılmaya başladığım bir dönemde, patlak veren pandemi, yerimde sayma duygumu bile elimden almış gibi oldu. Çocukluğumdan beri bu işin gerçek anlamda bir meslek olmadığını söyleyen insanların sözleri, fikir olarak git gide ele geçirmeye başladı beni. Zira bir evreden sonra insanların hayatlarını sürdürebilmesi için, bazı açılımlar yapılması gerektiği anlaşılmasına rağmen, biz günlük kazanç sağlayan tiyatro emekçilerinin küçük bir kitle dışında umursanmaması da, artık bu işi yapamayacağımı söyletmeye başladı bana. Pandemide benim yüzleşmem de bu hayal kırıklığı oldu, diyebilirim.
Pandemiden sonra sahneye çıkmayı bırakmıştım ki tam üç sene sonra, o dönemde “Bulaşıkçılar”ı izleyen Kemal Aydoğan bana “Othello”da oynamak ister misin, diye sordu. Öncelikle çok heyecanlandığımı söylemem gerekiyor. Iago’yu bana teslim edeceği ise hiç aklıma gelmemişti. Görüşmemizden sonra eve ayaklarım yere değmeden gittiğimi itiraf edebilirim, ama bunu size kanıtlayamam.
– Shakespeare’in Iago’su nasıl biri, ya senin yorumladığın Iago ?
– Shakespeare’in Iago’su artık bizim Iago’muzdan başkası değil bence, üzerine uzun süre konuştuk çünkü ve ikna olduk. Bu kötü adam, o karakteri oynayan kişi için savunulması zorunlu birisi. Neticede hayatlarımızdaki kötü adamlarla konuşmaya kalksak, hangisi kabul edecektir ki kötü olduğunu yahut görür görmez kötü olarak tanımlayabileceğimiz insanların, bize kötülük yapmalarına nasıl izin veririz ki? Bu yüzden Iago’nun içten pazarlıklı, sinsi ama uzaktan bakıldığında sempatik bir adam gibi görünmesi gerekirdi. Öyle olmasaydı, oyunun ayrı ayrı yerlerinde Othello’nun, Cassio’nun, Desdemona’nın, “Dürüst adamdır Iago,” “Namuslu adamdır Iago,” gibi cümleleri boşa düşerdi.
– Sahi, amaçları her ne olursa olsun, son söz hep can yakan, cana kıyan Iago’ların mı olacak ?
– Tabii ki, son söz Iago’ların olacak; sorgulamayı bırakıp, başkalarının aklıyla hareket ettiğimiz müddetçe, tüm günahları işleyip bunu Iago’lar yaptırdı diyerek vicdanımızı temizlediğimiz sürece. Evet, Iago’lar kötü ama kendi aklını bırakıp elalemin lafıyla cinayet işleyen Othello’lar da kötü, kibirleriyle sınıfları ayrıştıran Casio’lar da kötü, tüm servetini evli bir kadını ayartmak için harcayan Roderigo’lar da kötü, felaketin gelişini görüp de susan Emilia’lar da kötü.
Iago’lar bize bunları yaptırdıkça kazanacaklar ama tüm suçu onlara bırakamayız, bu suçu işletenler kadar işleyenler de suçludur. Sadece Iago’lar yüzünden değil, bütün bu saydığım insanlar olduğu için, zarar görecek olanlar maalesef Desdemona’lar olacak.
– “Küçük Bir İş İçin Yaşlı Bir Palyaço Aranıyor”, “Bulaşıkçılar” adlı oyunlarda oynadın.Ve ardından “Othello”.Oyunculuk serüvenini sorsam…
– Alaylı bir oyuncuyum. Marmara Üniversitesi’nde bir tiyatro kulübümüz ve o dönem mezunların da içinde olduğu “Mimikomedi” adında yarı profesyonel diyebileceğimiz bir tiyatromuz vardı. Ben, tiyatroya dair pek çok şeyi o mutfakta öğrendim. Mustafa Barış Taşkın’a o süreç dolayısıyla ustam diyebilirim. Sonrasında yaşam şartları dağılmamıza ve farklı işlere yönelmemize sebebiyet verdi.
2018’de Candaş Çetinkaya ile çok iyi bir metin olduğuna inandığımız “Küçük Bir İş İçin Yaşlı Bir Palyaço Aranıyor” oyununu oynamaya karar verdik ve “Seksendokuz”u kurduk. Çok uzun soluklu oynayamadık, gezici sahne olmanın zorlukları sebebiyle. 2020’de “Bulaşıkçılar” için tekrar harekete geçtik, o da pandemi kurbanı oldu. İçimde kalan, doyamadığım iki oyun… Bir gün yeniden deneyeceğimizden eminim ama. Sonraki süreci biliyorsunuz zaten.
– Bir de ödülün var öyle değil mi ?
– Üniversitedeyken, Üniversitelerarası festivaller vardı, hala var mı bilmiyorum. “Miletos Güzeli” oyununda Davos rolüyle En İyi Erkek, “Masanın Altında” oyunundaki Gritzka rolü ile de En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülleri almıştım. O dönemlerde çok iyi gelmişti bu ödüller bana. Hayallerine yaklaştığına inandırıyor insanı bu başarılar ama sanki daha yeni yeni o hayallerin kıyısına ulaşmaya başladım, bilemiyorum.Yolum çok uzun…
Son olarak şunu eklemem gerekir. Moda Sahnesi uzun süredir gerçek bir aileymiş. Ve bu ailenin içinde olan şahane insanlar tanıdım, benim gibi bu aileye yeni eklenen insanların da bunu çok net hissettiklerinden eminim.Zaten var olanlar ve eklenenlerle de çok iyi bir ekip olduğumuza inanıyorum.Ne mutlu ki kendi dertlerimizi bırakıp da, herkesin ortak dertlerini konuşabileceğimiz bir arkadaş grubuna sahip olabildik “Othello” sürecinde..
Tello, Tello Othello !
Moda Sahnesi, “Şirreti Evcilleştirmek,” adlı oyunun hemen ardından, bir başka Shakespare eseri, “Othello” ile 2024 yılına ‘merhaba’ diyor.
Ölçüsüzce içilen her yudum kıskançlık dolu kadeh…bir diğer lanetin eşiğine taşır insanı.
Nefretin beslediği, kötülüğün döl yatağında büyüyen kızışmış gazap dizginlenemez bir hale gelir ya, bazen.Bir yanda iyiler ve masumiyet, bir tarafta kin, nefret ve acımasızlığın bitmeyen savaşı…
Venedik’ten Magosa’ya aşktan kuşku, kuşkudan nefrete uzanan, kıldan ince kılıçtan keskince bir çizgide, dört yüz küsur yıldır yürüdüğümüzü fark ettim birden.Ve gerçekte değişen hiçbir şeyin olmadığını…her anlatılanın güncelliğini koruduğunu.
Roderigo, Iago, Cassino, Bianca, Desdemona, Othello…
Sıradan bir kıskançlık hadisesi, korkunç bir trajediye dönüşmüştü birden.Av, avcı birbirine karışmış, ihtiras alıp başını gitmişti.
Shakespeare’in “Hamlet”, ” Macbeth”, “Kral Lear” ile beraber anılan dört çok önemli eserinden biri sayılan “Othello”, eğer doğru biliyorsam, 1860 senesinde Osmanlı’da Batı tarzında sahnelenen ilk oyun olmuş.
Bizler Desdemona ve Othello’ya acıyıp, üzülürken, Iago kötüyü, kötü olan herşeyi, nefreti, kini simgeler…tehlikelidir, yıkıcı davranışlar sergiler çünkü, düzen bozucudur cürmünü aşmış bir ateştir.İçimizde, düşlerimizde, çevremizdedir aslında.Belki de kendi adımızı verecek kadar biz ! Olamaz mı ?
Kemal Aydoğan, bambaşka bir yorumla, tüm klişeleri yıkarak Othello’yu farklı bir boyuta taşırken, Iago ve Othello, Iago ve Cassio arasındaki durum çatışmasını farklı bir düzleme oturtmuş.
Kemal Aydoğan’ın Iago’su sevimli bir karaktere dönüşürken, seyirci giderek İago’nun özsavunmasına da tanıklık ederken buluyor kendini.Desdemona katili karşında yalvarmıyor mesela.Öyle bir an geliyor ki,
oynayan kendini oynuyor, izleyen aslında kendini izliyor sahnede.Bu arada hemen belirteyim, Emine Ayhan çapaksız bir dille çevirmiş ” Othello”yu.
Kemal Aydoğan ihtiras bulaşığı kıskançlığın, kadına yönelik şiddetin doğasını seyirci önünde tartışmaya açmış, adeta komedya ile tragedyayı buluşturmuş.Dahası kahramanları belli bir dönemin moralitesinden bağımsız kılarak, günümüzün değerleriyle baştan yaratmış.
Hiç kuşkusuz, Yılmaz Sütçü ” Hedwig ve Angry İnch”, ” Maraton”, “Olağan İçi Bir Gezi” nin ardından “Othello” da da, sıcak, samimi, dinamik oyunculuğuyla yeni bir başarıya daha imza atıyor.Özellikle fuayede neşeli şarkılarıyla izleyiciyi az sonra tanık ve bir o kadar da suç ortağı olacağı hadiselere hazırlıyor…
Bengi Günay’ın özenli sahne, Dengin Ceyhan’ın müzik, İrfan Varlı’nın ışık, Okan Temizarabacı’nın projeksiyon, Dilan Yoğun’un koreografi tasarımları yönetmen ve oyuncuların yorumuna güç ve destek katıyor.Ortaya Shakespear’e yaraşır bir eser çıkıyor.Daha ne olsun ?
Ve gelelim, Caner Cindoruk, Yılmaz Sütçü, Ahmed Saka, Mert
Şişmanlar, İlay Erkök, Seray Akülker, Mesut Karakulak’a…
Tüm oyuncular eserle ve yaşar kıldıkları karakterlerle derin içsel/duygusal bağlar kurmayı başarmış. Bu bağı doğrudan, sezgisel ve doğal, inandırıcı bir biçimde meydana getirmişler, hadiselerin altındaki dramatik yapıyı son derece etkili biçimde sunmuşlar.Özetle, lafı fazla uzatıp, dolandırmadan şunu söyleyebilirim, oyunculukları tek tek ele alırsak, sergiledikleri (standartların üstündeki) başarı açısından, birini öbüründen ayırmak gerçekten zor… hatta enikonu olasız.Özdeşleştikleri karakterlerin tüm detaylarını, iki buçuk ay boyunca günde sekiz saat süren provalarda en doğru biçimde yansıtmayı, pekiştirmeyi sağlamışlar.
“Othello” da sahne üstü trafiği, dekor, ışık, oyuncu performansları, kısaca her şey abartısız ve yerli yerinde.Hep söylediğim gibi, alışılmış piyasa beğenisinin ( duygu fakiri, bir o kadar da sabun köpüğü, diyebileceğim öyle çok piyes izlediğim oluyor ki ) dışında kalmaya özen gösteren Moda Sahnesi yine son derece güzel, etkileyici, düzeyli bir çalışmaya daha imza atmış.
Kemal Aydoğan’ın “Othello” su, bana göre çoktan sezonun iyileri arasında yerini almış bile.Diyorum ki, hemen gidip izleyin bu oyunu, aradan geçen yüzyıllara rağmen değişen çok şey olmadığını göreceksiniz.Savaşlar, kadına yönelik duygusal ve fiziksel şiddet, toplumsal cinnet kesintisiz devam ediyor çünkü.Güzel duygular iğdiş ediliyor…mehtap romantizmini kaybedeli öyle çok oldu ki.Belgin Doruk öldü.Küçük Hanımefendi kavramının artık bir muadili yok.Sevgiliye ‘siz’ diyen şarkılarda çoktan unutuldu !
Yorum yapın!