Karşımdaydı.Gözlerimdeydi. Sesim, soluğum kesildi birden. Bakışlarında hüzne çalan bir bulanıklık geziniyordu sanki. Düşler kadar güzeldi.Hatta, itiraf edeyim,…
Karşımdaydı.Gözlerimdeydi. Sesim, soluğum kesildi birden. Bakışlarında hüzne çalan bir bulanıklık geziniyordu sanki. Düşler kadar güzeldi.Hatta, itiraf edeyim, çok ama çok güzeldi.Seneler önce başlanıp devam edilmemiş bir öyküyü hatırlatıyordu bana.Her şey birbirine karışıyor, birbirine benziyor, birbiri içinde eriyip dağılıyordu o an. Büyülenmiş olmalıydım.Birden o şarkıyla ürperdim :
Toprağın buğuladığı yağmur kokusunu çektim içime. Kızıl vazoda zambaklar vardı. Kreme çalan beyazlıklara takıldı gözüm bir an. Hülya Koçyiğit bizim ilk hıçkırığımız, samanyoluna yazılmış destansı aşkımız, boş çerçeveye tutsak ettiğimiz o yasak sevda, bir ömrü yaşama çeviren, anlam katan tek güzelliğimiz, şıklığımız, çocuksu masumiyetimiz, zarafetimizdi. Ondan vazgeçmemiştik hiç. Vazgeçemezdik…Hülya dolu güzellikler, o sınırsız duyarlılık sonsuza kadar bizimle kalacaktı, biliyordum.Perdede yaşar kıldığı her karakteri hiç ezilmeden, tüm incelikleriyle, dahası en sahici anlamıyla var ederek, su götürmez ustalığını her defasında kanıtlayan, Türk sinemasının gelmiş geçmiş en önemli oyuncularından biriydi Hülya Koçyiğit.Filmin başından sonuna değin, izleyicisini sürükleyen, onda binbir duyarlılığı çoğaltan bir oyun tekniğine sahipti öncelikle. Zaten zaman içinde kendi seyircinizi oluşturma nedeninin altında yatan da, bu uçsuz bucaksız perde sempatisi ve yeteneğiydi, bana göre.Dram, avantür, komedi, melodram her ne oynadıysa, büyük başarılara imza attı.Ölçüt oldu.’Perde, izleyici ilişkisi’ni sağlamlaştıran yüksek oyunculuk performansı, oyunculuğundaki zengin renk ve doku skalasıyla birleşip, çoğul anlamlar üretiyor ve her rolü aynı başarıyla sergilemesine neden oluyordu.Hülya Koçyiğit ile konuşurken Murathan Mungan’a hak vermiştim, ” Starlık gözlerdeki kırılganlıktır,” demişti bir defasında.” Çocukluğunda kimsenin yara almadığı yerinden yara almış insanlar star olur..”Gözbebeklerinde saklı o hüzün ıslağı kırılganlığı ayrımsamıştım yeniden.Şimdi itiraf ediyorum, birinci elden tanığı olduğum hüzünler, yalnızlıklarla dolu o melodramlara sığınmış bir mülteciyim senelerdir.Denizin bulanık yüzünde yer yer pembe ışıklar oynaşıyordu. Rüzgar sertleşmişti. Yağmur, sağanak halini almıştı giderek. Karanlık basmıştı iyice. Gözleri kızarmıştı Nalan’ın. Yanakları çökkün ve soluk…dudaklarında kah pıhtısı…bir şey söyleyemiyordu Kenan.Susuyordu. Boğazına, yüreğine kadar kurumuş, taş kesilmişti sanki. Keder doluydu bakışları. Son hıçkırık ayırmak üzereydi onları.Hülya Koçyiğit hep bir simge, büyüleyen, ışık saçan bir yıldız, seyirci üstündeki egemenliğini hiç yitirmemiş, bir anıt oyuncu, bir ekol, bir üslup olarak 1963’den bugüne toplumbilimsel ve ikonografik değeriyle hep bizimle oldu.Mesela ” Film Gibi Hayatlar ” programıyla oluşturduğu, yarına değil gelecek yüzyıllara kalacak görsel bellek ve arşiv çalışması o kadar değerli ki…Bir sonraki yazımda tiyatro sahnesindeki Hülya Koçyiğit’i Hülya Koçyiğit’ten dinleyeceğiz.İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu dönemini, rol aldığı piyesleri…Hava ağrıyordu.Gökyüzüne baktım.Şafak söküyordu.Rutubetli bir yalnızlık çökmüştü içime.Uzaklardan bir yerden bir martı sesi geldi.Belki yağmur yağacaktı.Nazlı, o neredeyse unutulmuş kır kahvesinde her sene olduğu gibi, Emin ile buluşmaya gidiyordu.(*) “Boş Çerçeve” Söz yazarı Şendoğan Arda; beste İsmet Nedim / Metin Bükey.(**) ” son Hıçkırık “Beste: Şekip Ayhan Özışık Güfte: Sadık Şendil.
Fotoğraf temini için Sema Telli, Bircan Usallı Silan ve N1 Danışmanlık ve Organizasyon’a teşekkür ederiz.
Yorum yapın!